Doğrusu hepsi üst üste geldi; Selçuk Dereli Ali Sami Yen’de, Cüneyt Çakır Olimpiyat Stadı’nda, Koray Gençerler Konya Atatürk Stadı’nda, sanki Galatasaray’ın, Fenerbahçe’nin ve Beşiktaş’ın dillerini yakan ‘süs biberleri’ gibilerdi!.. Canı yanan herkes feryat etti... Şu kahrolasıca futbolumuzun ‘müezzinleri’ sanki minareye çıkmış bağırıyorlardı: - “Tanrı uludur, tanrı uludur, kulüp ve futbolcular hakemlerin kuludur!..” Tövbe, tövbe diye başlasak da, canları yananlar sıcağı sıcağına elbette böyle bağıracak, ortaya ‘günahkar’ olarak atılan ‘Hakemlere’ bakacaktı!.. Fakat ne zamanki maç görüntü ve yorumları ekranlara dökülmeye başlayacak, işte o zaman insanı ‘insanlığa’ taşıyan ‘mantığı’ geç yanan ‘sokak lambaları’ gibi önünü aydınlatmaya başlayacak ‘insafsızlığını’ yumuşatacaktı!..
Bir yorumcumuz vardı, Allah yine de yokluğunu göstermesin, ekranda ‘solucan’ gibi kıvrım-kıvrım kıvrılmaya başalmıştı... Selçuk Dereli’nin Lincoln’ün ilk sarıyı gördüğü pozisyondaki kararını yargılayacak ama bir türlü ‘ağır ceza reisi’ gibi cezayı (!) kesemiyordu... Birinci kameradan görüntü istedi, kararsız kaldı... İkinci kamera, üçüncü kamera... Nihayet bir görüntüyü yakaladı ‘işte bak sevgili Şansal’ diye ‘yüksek hakemlik bilgisini...’ ortaya dökmeye başladı... İşte o zaman dedim ki kendi kendime: - “Ulan bu adamların dolduruşuna gelip mi hakemlere düşman oluyoruz?”
Geçmişi Unutmayın
İşte o zaman, kendi iç dünyamın gizli ‘günah adasından’ rahatlamış olarak çıkıyor... Galatasaray- Kayseri maçında üzerine bodoslama yuvarlandığım Selçuk Dereli’den gıyabında özür diliyorum!.. Hem ‘hakem eleştirisini’ yeni hayatlarında ‘rant’ haline getirenlerin ‘geçmiş hakemlik dönemlerini’ hatırlayınca bir ‘bataklığın kokusu’ sanki üzerime üzerime geliyordu... Elbette ‘çok değerli hakemler de’ yetiştirdi bu ülke... Onları ayrı bir yere koyuyorum; ama hiçbir zaman ‘temizlenememiş’ bir ‘kirlilik de’ yaşandı... Mesela; Bazı ‘kulağı kesik’ hakem bozuntularının Kasımpaşa’da ‘Ofis’ açıp bu ofisten ‘hakem ayarlama işlerini’ kovaladıkları bu camiada unutulmadı...
Mesela; Trabzonspor başkanının iş yerindeki kahve ocağını işletirken, Trabzonspor maçlarını yöneten ‘hakem dönemi’ yaşadığımızı da kimse unutmadı... Mesela; Her yıl tekrarlanan ‘hakemlik testinde’ 17 sorunun 15’ini bilemediği için ‘B klasmanına’ düşürülme utancını yaşayacağına, hatırlı ağabeylerinin şefkatine sığınarak sahalarda ‘salya’ gibi ‘psikozlarını’ akıtanları da taşıdı bu camia... Mesela; Yurt dışında yönettikleri maçlardan dönüşlerinde yabancı basına ‘rezil-rüsva’ gibi düşen ‘yönetim yetersizliklerini’ unutup ev sahibi kulüplerin odalarına ‘rüşvet’ olarak soktukları ‘eskort kızlarla’ 3’lü ‘seks partisi’ yaptıklarını yıllarca ‘çok değerli bir hatıraymış’ gibi ballandıra ballandıra anlatan hakemlerimiz de vardı. Hepsi sağolsunlar!.. Daha niceleri çıktı, bataklığa düşen bozuk tohumlardan!.. Bunlardan çoğunu ‘iffet’ dediğimiz ‘insanlık değeri’ bir fırtına gibi önüne katıp ‘layık oldukları yere’ savurdu... Layık oldukları yer ‘unutkanlık’ dediğimiz dipsiz bir kuyu idi... Oraya düşenlerin isimleri silindi!.. Ama maalesef o ‘fırtınadan’ sıyrılıp spor sayfalarına, TV ekranlarına konanlar da oldu... Ve maalesef bunlar ‘genç nesil hakemlerin’ bir numaralı ‘düşmanları’ oldu!.. Kıskanıyorlar mıydı? Belki!.. Fakat ‘belki’ diyemeyeceğimiz tek gerçek, hakem camiasına verdikleri ‘zararla’ beslenmeleriydi!..
Hakan ve Sergen
Şimdi, içindeki ‘gizli günah hücresinden’ rahatlamış bir ‘fani’ olarak çıkmış söyleyebiliyorum: Şu belirli odakların yönlendirmesi ile yerden yere vurulan genç hakem nesli’ eskisiyle mukayese edildiğinde bütün ‘hakemlik değerlerinde’ çok ağır basar, kaybederlerse sadece bir tek konuda kaybederlerdi: Namussuzlukta, asla geçmişle yarışamazlardı! Hata yapmıyorlar mı?.. Elbette yapıyorlardı... Fakat hafızam beni yanıltmıyorsa, Ali Bin Nasser adındaki Tunuslu hakem, Meksika’daki Dünya Şampiyonası’nda Maradona’nın elle attığı golü geçerli sayıp ‘Dünya Şampiyonası’nın kaderi’ ile oynamasına rağmen bizim genç evlatlarımız gibi ‘cehennem zebanilerine’ parçalattırılmamıştı... Elbette hata yapıyorlardı, eleştirileceklerdi... Ama eğer ‘rantın salyası’ akmıyorsa şöyle de eleştirilebiliyorlardı. Geçen gece izledim programlarını; Ahlaklı duruşu nedeniyle hemşerim olmasıyla övündüğüm Hakan Ünsal ve bizim alemin dobra delikanlısı’ Sergen Yalçın yıllarca taşıdıkları formaları henüz üzerlerinden çıkartmış, şimdi yorumculuk yapıyorlardı... Açık açık eleştiriyorlardı; Selçuk Dereli hatalı düdükleri çalmamış mıydı?.. Çalmıştı... Cüneyt Çakır?.. O da çalmıştı... Diğerleri?.. Onlar da çalmışlardı. Ama ikisi de başka şeye isyan ediyordu: Yahu kardeşim Lincoln önemli bir futbolcu, tamam... Acaba kendisi bunun farkında mı?..
- Cüneyt Çakır Fenerbahçe’nin penaltısını çalmadı, buna da eyvallah... Ama Fenerbahçe, tribünde 10 seyircisi olmayan rakibi rüzgar altında 10 kişi bıraktırmışken hakemin bir yanlış kararına mı sığınmalıydı?.. İşte bu!.. İşte futbolun dili mantığı bu olmalıydı... Kulüpler kendi yanlış yönetimlerinin faturasını hakemlere kesme kurnazlığına sığınmamalılardı!.. Eğer sığınıyorlarsa, benim genç hakemnesli de elbette işte böyle dürüst yorumlara sığınacaklardı... Ben kendi adıma bu genç nesile güveniyorum... Hepsi eğitimli, çoğu 2-3 lisan bilen karakterli çocuklardı... Hiçbirinin mazisinde kirli çamaşır yoktu... Hiç birisi çıkar ilişkilerinin’ içinde olmamışlardı... Ve genç Türk hakemi, mazisinde nadir rastlanan bir dürüstlük abidesinden’ farksızdı... Hataları varsa, cesaretleri daha fazlaydı... Büyüklerin egemenliğine boyun eğmeleri için inanılmaz baskılar dışında ‘rant tüccarlarının’ saldırılarına da direniyor... Kendilerine bırakılmayan ‘ahlak zırhının içindeki cesareti’ gelecek nesillere bırakabilmek için direniyorlardı... Onların sayesindedirki, futbolmuzun dokunulmaz efendilerinin’ altında üstünde çork daha kıt imkanlarla mücadele eden Anadolu takımları sıralandı... Yine de pardon Selçuk Hocam; eğer futbol sahası bir sahneyse, üst seviyeli oyunculara biraz daha hoş görüyle bakılması gerekmez mi?..